https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgN4-4Q5N3CZm3-yqhuudvQy_Q9ajDRTgKdX90Iv99U1Buo-jmaPmiYT5q9D3Y1Pj8TbQlv_mdnq4AIN0NJTxXuFJdM2iZCycfbphn1CTWiV_FUIOXJFHkjNutkNgmMa4xry3cO1UWn-qQ/h120/SL372160.JPG MottoSeyyah - Motorcycle Travel: Giresun'dan Bartın'a...

22 Ocak 2016 Cuma

Giresun'dan Bartın'a...

       Motosiklete ilk adımı nasıl attığımı diğer yazımda paylaşmıştım. Üzerinden biraz zaman geçip de motora iyice alıştıktan sonra, sıra yıllardır düşündüğüm kısa metrajlı bir tur yapmaya gelmişti. İlk önce Giresun-Batum arası bir plan yapmıştık kuzenlerle ama malum Doğu Karadeniz yağmuru seven bir memleket.  Hava tahminlerinin Temmuzun ilk haftalarını sürekli yağmur göstermesi sebebiyle rotamızı Batı Karadeniz’e çevirdik. Bu sefer amacımız Sinop üzerinden Bartın’a varmaktı.  Aslında yağmur bu tarz gezileri çok etkilemez eğer ekipmanınız yeterliyse. Bizim ekipmanımız hemen hemen tam gibiydi su geçirmez bot dışında. - Tam gibiydi kısmını bir dünya yağmur yeyince tekrar gözden geçirdim. Meğer bot ekipmanın her şeyiymiş :) – Ama ilk tecrübemiz olacağı için yağmurlarla boğuşmak istemedik. 30 Haziran sabahı hazırlıklarımızı tamamlayıp yola çıktık Giresun’dan.

Motosikletlerin bakımlarını daha  önce yaptırmıştık. İlk durağımız Bolaman geçidi yakınlarındaki Yason Burnu’ydu. Buralardan belki de yüz defa geçmişimdir ama görmek hiç nasip olmamıştı. Yason Burnu içinde Rumlar ve Gürcülerin ortak yapımı olan bir kilise barındıran küçük bir yarım ada. M.s 3. yy’da Hıristiyanlar Hz. İsa’nın doğum gününü Giresun’da kutlar ve sonra buraya gelerek ‘ Işıklar Bayramı ‘na katılırlarmış. Kilisenin içini gezemedik ama mimarisi gayet güzel.
Sanırım 2000’li yıllarda aslına uygun olarak restore edilmiş. Burada biraz zaman geçirdikten sonra tekrar koyulduk yola. Bolaman’ın o virajlı, insanı usandıran yollarının bir gün beni bu kadar mutlu edeceğini düşünemezdim hiç. Motosiklet sürmek için harika bir yol olmuş. Gidiş-geliş iki şeritli bir yol. Hiç bitmesin istedim gerçekten. Hatta bir ara geri dönüp tekrar mı gelsek bu yoldan diye bile düşündük :) Ama iftara Samsun’da olmak niyetinde olduğumuz için çok fazla oyalanmak istemedik. Hemen hemen düşündüğümüz gibi iftara yarım saat kala eve vardık. Haliyle kurt gibi de acıktık. Eşim her zamanki gibi sofrayı donatmıştı :) Güzel bir iftar yemeği, çay muhabbeti derken geceyi tamamladık. Sabah tekrar motorları yükleyip girdik yola,
hedef Sinop’tu. Daha önce gitmiştim ama motorla gidecek olmak farklıydı tabi ki. Bafra’ya kadar gayet güzel gittik sorunsuz ama Bafra’da yağmur bir anda bastırdı. Hemen yağmurluklarımızı giydik ve devam ettik. Ayakkabılarımız normalde su geçirmez ayakkabılar ama bileği kısa olduğu için kısa sürede yağmur içine doldu. Gerçekten ıslak ayakla motor sürmek can sıkıcıymış. Mecbur devam ettik. Yağmur kesildi kısa bir süre sonra ve ayaklarımız daha Sinop’a varmadan kurudu.
Önce Gerze’yi  gezdik, kendi halinde şirin bir ilçe. Magnetlerimizi de aldık hatıra olarak :) Fazla oyalanmadan devam ettik,  Sinop’a girer girmez Üniversiteden ev arkadaşım Müslim’i aradım. İftarı onun köydeki evinde yaptık. Sonra Müslim’in rehberliğinde biraz gezdik Sinop’u. Gece kalmamız için ısrar etti ama biz çadırda kalmaya niyetliydik. Sinop kalesinin ordaki kumsala kurduk çadırları ve hemen daldık denize. Gece denize girmek paha biçilemez :)
 Sahura 2 saat gibi bir süre vardı. Biraz yüzüp yemek yedikten sonra yattık hemen. Sabah niyetimiz Erfelek Şelaleleri’ne gitmekti ama şelaleri tırmanmak çok zaman alacağından  vazgeçtik. İnceburun, Hamsilos, Karakum gibi yerleri gezdik ve koyulduk yola tekrar. Hedef Kastamonu. Boyabat ve Taşköprü üzerinden Kastamonu’ya vardık. Yolculuk güzel geçti ara ara bastıran sağanakları saymazsak tabi. Hemen gezilecek yerleri planlayıp şehri keşfe koyulduk. Planlayıp diyorum çünkü biraz doğaçlama geziyoruz, öncesinde çok detaylı bir plan yapmadık. Biraz tembellikten, biraz böyle sevdiğimizden, ne derseniz deyin artık :) Önce saat kulesine çıktık şehre tepeden bakmak için, Kastamonu’nun tamamını buradan görmek mümkün.
 Laf aramızda buraya çıkarken çok dik bir yokuşta motoru devirdim, ben motorun altında kaldırılmayı beklerken hemen yanımızdaki teyzelerin panik hallerini hatırlayınca gülüyorum hala :)) Neyse ki bi sıkıntı olmadan atlattık bu küçük kazayı. Sonra kaleyi gezip ardından da iftar yaptık. Sıra geldi en zevkli kısım çay faslı ve günün değerlendirilmesi. Barutçuoğlu Avm’nin altında bir cafeye oturduk, burada aşkla kumda kahve yapan amca bizi çok etkiledi. Kahveyi bir semazen edasıyla karıştırıyordu sanki. Başını önüne eğmiş, karıştırdığı kahvede bir sır arar gibiydi. Gece ilerleyince çadır kurmak için yer aramaya başladık, biraz zor da olsa şehrin dışında bir yere kurduk çadırları.
Ancak sabah olunca anladık nereye çadır kurduğumuzu. Çadırları topladık ve kalan birkaç yeri gezmek için çıktık hemen yola. Yakup Ağa Külliyesi, Ayağı Yanık Türbesi, Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin 7 yıl kaldığı ev ve bir çok camii gezdiğimiz yerlerden bazılarıydı. Bunlar içinde bizi en çok etkileyen Ayağı Yanık Türbesi oldu. Hikayesi türbenin girişinde yazılı aslında ama ayak üstü sohbet ettiğimiz bir abiden hikayeyi canlı dinlemek bizi çok etkiledi. Ardından koyulduk tekrar yola. Tam şehrin çıkışında arkamızdan motosikletli bir abi geldi. Kastamonu Motosiklet Kulubü başkanıymış. Sağolsun bir ihtiyacımız olup olmadığımızı sordu, biraz laflayıp teşekkür edip ayrıldık. Turumuzun 2. ayağını da tamamlayarak yönümüzü çevirdik Safranbolu’ya.
Safranbolu hep merak ettiğim ama bir türlü yolumun düşmediği bir ilçeydi. Evleri, tarihi dokusu hep anlatılırdı belgesellerde vs. Ne zaman adını duysam hep bir gün gideceğim diye yazardım aklımın bir köşesine. Sonunda nasip oldu görmek hem de bir taşla iki kuş misali :) Kuzenim İlker Safranbolu’da askerliğini yapıyor, şansımıza vardığımız gün de çarşı iznindeydi :) Varır varmaz arayıp buluştuk hemen, Eski Safranbolu dedikleri asıl tarihi evlerin olduğu yerin meydanında.
Uzaklarda tanıdık görmek güzel bir duygu gerçekten. Çocukluğumuzda yaylalarda deli gibi gezerdik hep beraber, köyde yapmadığımız yaramazlık kalmazdı. Yıllar sonra her görüştüğümüzde belki de en zevk aldığımız şey o günleri yad etmek.Hele de İlker’in bir tavuk öldürme hikayesi var ki ne zaman aklıma gelse gülerim kendi kendime :)) Neyse çok eskilere dalmadan devam edelim yoksa sonu gelmez :) İlker çarşı iznini 1 saat uzatsa da zaman su gibi akıp geçti. Beraber biraz gezdik Safranbolu’yu sonra İlker’i birliğine teslim edip kalacak yer aramaya başladık.
iftara yaklaşık 2 saat gibi bir zaman vardı. Kısa bir araştırmadan sonra bir otelin kamp alanı olduğunu öğrenip bakmaya gittik. Düşündüğümden daha güzel bir yerdi. Sıkı bir pazarlıktan sonra 3 kişi toplam 40 liraya anlaştık. Otelin duşundan yararlanacak olmak her şeye değerdi :) Kamp alanında bizden başka kimse yoktu diğer güzel yanı da buydu aslında, rahat rahat takılacaktık. Kamp alanında ızgara, semaver ne ararsak vardı. Hemen çarşıdan mangal için malzeme aldık. Otel çalışanları sağolsunlar çok yardımcı oldular. Ne istesek anında tedarik ettiler. Kimimiz mangal, kimimiz salata derken iftara harika bir sofra kurduk.
Kamp alanı taraçalandırılmış yüksek sayılabilecek bir yerdi. Şehrin ışıkları da yanınca enfes bir görüntü çıktı ortaya. Biraz daha kıskandırayım mı sizi :) Hepsinin yanında bir de semaver çayı vardı ki, günün yorgunluğunu aldı götürdü. Çayın yanına tatlı almak için oynadığımız  taş-kağıt-makas oynunu her zamanki gibi kaybederek çarşının yolunu tuttuk diğer bahtsız kuzenim Coşkun’la beraber :) Şaka bir yana beklediğimden çok daha güzel bir kamp oldu. Otele duş almaya gittiğimizde gece sahur için çorba çıktığını öğrenip geleceğimizi söyledik. Sahura yakın semaverde çay demleyip otele sahur yapmaya gittik.
 Niyetimiz hemen çorbamızı içip gelmek ve sonra çay sohbeti yapmaktı. Otelin restaurant kısmına oturup çorbalarımızı beklemeye başladık. Garson arkadaş bizim bir şey söylememize fırsat kalmadan doldurdu masayı. Mezeler, meyveler, salatalar... Biz birbirimize bakıp gülüşürken masa dolmuştu bile :) Neyse dedik artık ya ikramdır ya da dünkü sıkı pazarlığın acısını çıkaracaklar :)) Yemeğimizi yeyip teşekkür ederek ayrıldık, çok az bir süre vardı ezana. 2 bardak çay içtik derken ezan okundu. Çadırlarımızı duştan önce kurmuştuk. Kısa bir sohbetten sonra çadırlara yatmaya geçtik. Aslında gece hiç bitmesin istiyordum ama sabah yola çıkacaktık. Güzel bir uykudan sonra sabah 9 gibi uyanıp çadırları topladık, motorları yükleyip hesabı kapatmaya gittik. Bir yandan da gece donatılan masanın fiyatını merak edip şakalaşıyorduk :) Toplam hesap 55 lira tutmuş yemekler de dahil. Yani donatılan masa ikrammış :) Çok teşekkür edip, memnuniyetimizi belirterek ayrıldık otelden. Gerçekten çok sıcak davrandılar ve verdiğimiz paradan kat kat fazla hizmet aldık. Safranbolu’ya yolum tekrar düşerse konaklamak için gideceğim tek yer orası olacak. Bartın yoluna koyulmadan önce biraz daha gezelim dedik ve merak ettiğimiz Kristal Teras’a geçtik. Farklı bir mekan olmuş. Uçurum kenarına yapılan zemini tamamen cam bir balkon. Ama zamanla cam yüzey çizildiği için aşağısı çok net görünmüyor. Bu arada girişte 5-6 lira gibi bir ücret alıyorlar. Yarım saat kaldıktan sonra koyulduk yola tekrar. O gün hava da çok sıcaktı. Safranbolu-Bartın arası 95 km civarı bir mesafe. O yüzden çok acele etmedik. 95 km’lik yolun ilk 40 km’si gerçekten kötüydü. Sonrası ise gayet güzeldi. Bol bol fotoğraf çektik bu güzel kısımda.
 Saat 5-6 gibi Bartın’a vardık. Merkezde biraz turladıktan sonra asıl hedefimiz olan Amasra’ya doğru yol aldık. Çok uzak değil zaten 18 km civarı. Amasra Sahile ilk indiğimde karmakarışık bir ortamla karşılaştık. Sahilde büyük bir otopark vardı, belediyenin sanırım. Motorları park edip biraz yürüdük sahilde ama ne yalan söyleyeyim; beklediğim, hayal ettiğim Amasra değildi sanki. Yine de bu kanıya varmak için henüz erkendi. İftar vakti yaklaşıyordu, bir an önce kamp yerini bulup iftara odaklanmamız lazımdı. Malum sıcak bir yandan, motor yorgunluğu bir yandan, iyice acıkıyor insan. Biraz sorup soruşturduktan sonra jandarmanın sahilde kamp kurmaya izin vermediğini öğrendik. Daha önceki yıllarda birkaç olay olmuş  vs. Ardından Çakraz sahilinde kamp alanı olduğunu söylediler koyulduk yola. Kendi halinde küçük bir kamp alanı, Dolunay Camping’ti sanırım. Bizden başka birkaç aile ve iki motorlu turist vardı. Çadırımızı fındık ağaçlarının arasına kurduk, kurtuluş yok yani fındık ağaçlarından :)
Kamp sahipleri de çok ilgilendiler sağolsunlar. Tüp, çaydanlık ne lazımsa hepsini aldık. 3 çadırı 30 tl’ye kurduk bu arada. Bence gayet makul bir fiyat :) İftara az bir zaman kalmıştı biraz ileride bir pidecide yaptık iftarımızı. Yemek yerken motorcu turistler de geldiler yan masaya. Biraz sohbet ettik ayaküstü. Almanya’dan gelmişler, onlar da öğretmenmiş. Yemekten sonra kamp alanına geçtik direk, kaldığımız yer küçük bir yerdi pek gezilesi değildi yani. Çadırda çay keyfi vazgeçilmezimiz.. Sohbet muhabbet derken gece oldu. Turistlerden biriyle motorlar üzerine sohbet etmeye başladık. Diğeri yatmaya gitti. Sabah Türkiye’de tanıştıkları iki motorcuyla geziye gideceklermiş. Bizimle sohbet eden arkadaş  yeri ve kilometreyi öğrenince bir motora baktı bir bize baktı :) Onlarda KTM’in endurosu vardı. Güzel bir sohbet oldu.
Sonra yavaş yavaş yatma vakti geldi. Sabah dönüş yoluna çıkacaktık. Amasra’yı çok fazla gezemedik aslında, biraz zamanımız kısıtlıydı biraz da yorgunduk. Sabah 10 gibi motorları yükleyip Turist arkadaşlarla (Sürekli turist diyorum çünkü isimlerini unuttum:(  ) vedalaşarak koyulduk yola. Biz yola girerken yüz ifaderi resmen bu motorlarla bir günde  600 km nasıl yapacaksınız der gibiydi :) Onlar günde en fazla 300 km yol yapıyorlarmış. Sonrası çok şükür kazasız belasız iftara yarım saat kala Samsun’a vardık.  Ve her zamanki gibi eşimin güzel sofrası :)
  Özetle yolda olmak, yeni yerler görmek, yeni insanlar tanımak müthiş bir his, bunu motosikletle rüzgarı hissederek yapmak çok daha müthiş.. Batum gezisinde görüşmek dileğiyle ;)
 

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder